24 Haziran 1999, günlerden Perşembe. Dört ay dolmadı bile. Muğla’da Konakaltı Kültür Merkezi’nin bahçesi eğitimci ve onların dostları ile dolup taşıyordu. Konuşmacı masasında, yaşı yetmiş ama işi hala bitmemiş, açık alınlı, alnından kasketinin izi hala silinmemiş birisi oturuyordu. Eğitimci-Yazar , Romancı Fakir BAYKURT… Az sonra konuşmaya başlayacaktı.
Pek çok toplantılarda, dinleyicilerin dışlarından söylemeseler bile, içlerinden “oof! Tıkadı artık… bir bitse de gitsek” diye iç çektikleri, bilinen bir gerçektir. Ancak, bu toplantının, bu söyleşinin bitmesini, burada bulunanların hiç birisi istemiyordu. Daha konuşmanın giriş bölümünde bile, herkes taş kesilmiş, konuşmayı can kulağı ile dinliyorlardı. Sanki Gönen Köy Enstitüsü’nün bahçesinde bir eğitim dersi başlamıştı.
Fakir BAYKURT Öğretmenimiz, bıkmadan, gittikçe coşkulanarak sürdürüyordu konuşmasını. Sesi hala tok ve etkiliydi. Kökeninden hala kopmamış, mayası hala bozulmamıştı. Sanki, Kavacık Köyü’nün öğretmeniymiş gibi konuşuyordu. O’nu dinlemeye doyamamıştık o gün. “Umarım dostlarım, yakında gene görüşeceğiz” demişti konuşmasının sonunda.
Ne yazık ki, kendisi ile bir kez daha görüşemeyeceğiz artık. O da ayrıldı gitti aramızdan iki gün önce. O da, ölümün acımasızlığına kapılarak, üfürülen küller gibi savruldu gitti taa Almanya’larda…Akçaköy’e olan sevgisi ile, özlemi ile. Keşke Irazca Ana’sı da, bir iki damla su verebilseydi O’na son nefesinde… Keşke.
Fakir BAYKURT, gerçekçi bir eğitimci, gerçekçi bir yazardı. Çocukluğu çobanlık yaparak geçmişti. Yoksulluk içinde büyümüştü hep. O’nun Gönen Köy Enstitüsü’nde öğrenci olduğu sıralar, binlerce köy, yolsuz, susuz, ışıksız ve okulsuzdu. Tarlalar boz, hayvanlar hasta, meyve ağaçları aşısızdı. Elde edilen ürün, köylünün karnını bile doyurmuyordu. Köylerde çocuklar, gözleri çapaklı ve yalınayak dolaşıyorlardı.
İşte, bütün bunlar, kemirip duruyordu Fakir BAYKURT’un içini. Bu kemirme sonucudur ki, “KÖY ROMANI” kavramının öncüsü oluvermişti. Öte yandan, köy çocukluğunun getirdikleri, köy enstitüsü öğrenciliğinden aldıkları, köy öğretmenliği yıllarında kazandığı, orta okul öğretmenliği ve ilköğretim müfettişliğinden edindikleri ile sendika (TÖS)yöneticiliği izlemleri, O’nun yüreğinde kademe kademe gelişmiş ve sonucunda: Yılanları Öcü, Irazca’nın Dirliği, Onuncu Köy, Kaplumbağalar, Amerikan Sargısı, Tırpan, Köygöçüren, Kara Ahmet Destanı ve daha niceleri gibi dev yapıtlar çıkıvermiştir ortaya. Az şeyler mi bunlar edebiyatımız için?
Bu büyük eğitimcimizi, bu büyük romancımızı yitirmenin, ezikliği ve burukluğu içindeyiz şu günlerde. O’nun kültürü, O’nun aydın kişiliği, O’nun erdemli direnci, bizlere sürekli örnek olacaktır.
O’nun anısına, YILANLARIN ÖCÜ’nü yarın bir kez daha okuyacağım. O bitince diğerlerini de
Işığın bol olsun öğretmenim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder