16 Kasım 2010 Salı

Bir Öğretmenin Mektubu

Sevgili Baba,
        “ Oğlumuz hele bir öğretmen çıksın, şapkamı on kez fırlatırım havaya” derdin ya anneme. İşte, o günleri de gördün, fırlat artık şapkanı havaya. On kez, yirmi kez fırlat...         
          Yolculuğum  iyi geçti sayılır. Afyon’a geçtikten sonra uyumuşum biraz. Raslantıya bakınız ki, yol arkadaşım da emekli bir öğretmendi. Ankara’ya kızının yanına gidiyormuş. Köy Enstitüsü çıkışlıymış.Tam otuziki yıl çalışmış. Birbirinden güzel, etkileyici, pek çok anısını anlattı bana. Başından o kadar çok olay geçmiş ki, o anlattıkça bir başka coşkulandım, bir başka sabırsızlandım görev yerime bir an evvel ulaşsam diye. 
           Ankara’ya vardığımızda gün ışımak üzereydi. Buruk duygularla ayrıldık birbirimizden.Başarılar dileyerek gözlerimden optü. Nedendir bilmem, o anda boğazıma  birşeyler düğümlendi. Birden, otogarın  o telaşlı kalabalığında  yalnız kaldığımı hissettim her halde. Bilirsin baba; garajları, garları çocukluğumdan beri çok severim. Anımsar mısın, annemle hep anlatırdınız: Beş yaşımdayken İzmir  Otogarı’nda beni kaybetmişsiniz de, sonra bekçiler bulmuş. Birden o kayboluşum geldi  usuma da kendi kendime gülümsedim.
          Bingöl’e gidecek olan otobüs  hareket etmek üzereymiş. Biletimi alıp hemen yerime oturdum. Acaba beni nasıl bir yer, nasıl bir okul bekliyordu? Düşlediklerimi, umduklarımı bulabilecek miydim?  32 numaralı koltuğuma oturduğumda  hemen bunlar geldi usuma. Otobüs de hareket etmişti zaten. Emekli öğretmenin  yolda anlattıklarını anımsadım bir ara. Bir an da, doğuda şehit edilen öğtretmenleri düşündüm. Nedenini tam bilemediğim bir korku hissettim içimde.
          O, güzelim  dağları aşarak, harlaya harlaya akan dereleri geçerek, akşam saatlerinde Bingöl’e geldik. Meğer ne güzelmiş buralar baba. Hani ilkokulda okuduğumuz “Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” diye başlayan şiiri, bağıra bağıra  okumak geldi içimden. Bilmiyorum, içimde hissettiğim korkumu mu yenmeye çalışıyordum acaba? Ama birden kayboluverdi korkularım.
            Küçük bir otelde kaldım o gece. Otelin adı, Huzur Palas’dı. Hiç uyuyamadım nedense. Annemin, o naftalin kokan çarşaflarını aradım durdum bütün gece. Bir ara Sivas olaylarını anımsadım. Biliyorsun o yıllarda lisede öğrenciydim. Bir otelde insanların yakılışını düşündükçe irkildim. Hemen otel havasının dışına çıkıp, evimizdeki kendi odamdaymışım gibi düşünmeye çalıştım. Sabah da olmuştu zaten. Otel odasından aşağıya indim, kahvaltı da veriyorlarmış. Fazla bir şey de yiyemedim. Bir bardak çay ve bir dilim peynir.
            Sonra, Hükümet Konağı’na gittim. Panoda asılı bulunan listeden, atandığım okulun adını öğrendim. Yeniden sevindim. Okulum merkez ilçedeydi. Adı da Atatürk İlköğretim Okulu. Okul  müdürü Ali Bey, çok yardımcı oldu. Onun sayesinde ev bulmakta sorun yaşamadım, okuluma yakın bir ev kiraladım. Küçük, sevimli bir ev.
            Umarım her şey düşlediğim gibi olur baba. Çünkü ben, pek çok hayallerle geldim buralara. O, yol arkadaşım emekli öğretmenimin yaşadıklarını, ben de yaşamak istiyorum.Ben
de, insanları bilmek, tanımak, sevmek istiyorum. Umarım başarırım.             Annemi de, seni de sevgiyle öpüyorum.                     – Oğlunuz-
                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder