30 Kasım 2010 Salı

Şiir - ADABELEN'DEN KALAN İZLERDE

                                 
                                                      ADABELEN'DEN
                                                      KALAN İZLERDE

                                         dipsiz kuyulara düştü anılarım
                                         gülmeye çalışıyorum olmuyor
                                         ellerimi sürüyorum hep
                                         kırılmış dallara
                                         gül bahçelerinde şımarıyor
                                         duygularım

                                         çiçek tütüyor bağlar bahçeler
                                         camlarda dağılan su damlaları gibi
                                         zamansız esen rüzgarlara kapılmış
                                         adabelen
                                         istemesem de ağlayacak gibiyim

                                         yaşlandıkça soylu bir coşku içimde
                                         16 mart'lardan
                                         17 nisan'lardan gelen
                                         yol çizerim her gün gökyüzüne tutunmaya
                                         baktıkça yer değiştirir ay
                                         yaralarına umut sararım şiirlerimin

                                         gülümseyerek saklıyorum gene de
                                         şaşkınlığımı
                                         şimdi her yer karanlık
                                         gün gelir belki gene şavkır yıldızlar
                                         bekleyeceğim bekleyebildiğim kadar

                                                                          Muammer ÖZLER

                            

29 Kasım 2010 Pazartesi

şiir - SONSUZLUĞA DOĞRU

                                             
                                               SONSUZLUĞA DOĞRU


                                     yıldızlar kayadursun gökyüzünde
                                     ayışığı günden baskın
                                     tazelenmiş adaçayları
                                     ince belli bardaklarda
                                     gün güne eklenirken  kent parkında

                                     kıyıya vurmuş hep insanlar
                                     deniz gürül gürül mavi
                                     ovalar gürül gürül yeşil
                                     sönmüşe dönmüş zeytin ağaçları
                                     yaşlandıkça yamaçlarda
                                     martılar sarhoş martılar başıboş
                                     uçuşurlar havada

                                     gün uzadıkça uzuyor dalınca düşlere
                                     düşler karuşık düşler boğuntulu
                                     kırılmış duygular
                                     düşünceler gecelere yenik
                                     yorgunluklar üst üste binmiş üstümüze
                                     bu akşam da akıyorum
                                     bilmediğim bir yöne
                                                
                                                                       Muammer ÖZLER

17 Kasım 2010 Çarşamba

Datça'dan Portreler...

Emekli Öğretmen Muzaffer Özgen'le yapılmış söyleşim aşağıdaki linkten izlenebilir.
http://www.datcadetay.com/datcakultur/muammerozler.html

BİR OKUL GECESİ ve NECATİ ÖZLER

           Geçtiğimiz günlerde, Yatağan İlçesi Merkez-Sinanbey İlköğretim  Okulu’nun öğretmen ve öğrencileri, Cumhuriyetimiz’in 75. yılını kutlama çalışmaları kapsamında, Şeref Köyü’nde bir gece düzenlediler. Sağ olsunlar, bizleri de çağırdılar. Sevinerek gittik.

            Öylesine güzel bir geceyi, bir dağ köyünde sergileme uğraşısına katlandıkları ve  öncelikle de,Şeref Köyü’nü yeğledikleri için, Sinanbey İlköğretim Okulu’nun Müdürünü, öğretmenlerini ve öğrencilerini kutluyorum

             Gördük ki, Şeref Köyü’nün o sanatsever insanları, akşamın erken saatlerinde çoktan doldurmuşlar bile gösteri salonunu. Başta, İlçe Milli Eğitim Müdürü, şube müdürleri ve pek çok davetli kişiler de oradaydı. Havanın  soğuk olması nedeniyle, ilk başta birazcık üşümüştük ama, minik öğrencilerin, o boylarından büyük marifetleri ve Şeref Köylüleri’nin o sıcak ilgileri gittikçe içimizi  ısıtıvermişti.

              Okul Müdürü Semih Serttaş’ın açılış kouşmasındaki : “Biliyorduk ki, Şeref Köyü’nün  Muğla  İli  kültürünün gelişmesinde ayrı bir yeri vardır. Biz, bu köyün insanlarnın tiyatroya, folklora, müziğe ve her türlü sanatsal çalışmalara karşı çok ilgi duyduklarını bilerek ve güvenerek köyünüze geldik” sözleri, bizleri ve tüm Şeref Köylüleri’ni çok yıllar öncesine götürüverdi aniden.

              Gerçekten, Şeref Köyü’nün  Muğla kültürünün gelişmesinde ve yayılmasında ayrı bir yeri olduğu doğruydu. 1960’lı yıllarda ilk Köy Tiyatrosu bu köyde kurulmuştu. Tiyatronun sahneye koyduğu oyunlarda gösterdiği başarı, basın organlarında günlerce konu edilmişti. 1973 yılında, köy gençlerinden oluşan Halk Oyunları Ekibi, Cumhuriyetimiz’in 50.Yıl kutlama  kervanına katılarak, parmak ısırtacak derecede gösteriler sergilemişti. 200 kişilik bir tiyatro salonu ilk kez bu köyde inşa edilmişti. Hatta 1967 yılında, Muğla İli Halk Eğitim Merkezi Müdürleri Koordinasyon toplantısının 3.sü, zamanın Valisi Sayın Hasan BASA başkanlığında, Şeref Köyü’nde, bu salonda yapılmıştı. Aynı gün, köy alanına dikilen ATATÜRK BÜSTÜ’nün açılışı da yapılmıştı Ayrıca, çevre köyleri içinde, ilk Köy Kalkındırma Kooperatifi  kurulmuş, orman  ürünlerini yerinde değerlendirme ve pazarlama çalışmaları da başlatılmıştı.

                Zaten, Şeref Köylüleri’nin, bu türlü çalışmaların içinden geldikleri sergilenen gösterilere karşı gösterdikleri ilgilerinden de belliydi.. Nerede gülüneceğini, nerede düşünüleceğini, nerede alkşlanacağını çok iyi biliyorlardı.

                 Ancak; bütün bunların yanında, o gece, Şeref Köylüleri’nin içini burkan, zaman zaman  gözlerini yaşartan, birisinin adı da anımsanıyordu. Necati ÖZLER…Çünkü, yukarıda sözü edilen bütün çalışmaların  öncüsü, yaratıcısı ve mimarı Necati Özler idi. Ne yazık ki, bundan tam  dört yıl önce yitirmiştik Necati Özler’i. Sağ olsaydı, kim bilir ne  denli çok   sevinirdi böyle geceleri görünce. Ya da, kim bilir ne denli çok üzülürdü, taşımalı eğitim bahanesiyle, köyünün okulunun kapandığını duyunca.

                O’nun çocukluk arkadaşı olan, emekli öğretmen-yazar araştırmacı Bahattin UYAR da, çok duygu dolu bir konuşma yaptı gecede. Yarım yüzyıl öncesi, eğitmenli bir sınıfta, birlikte okudukları sınıf arkadaşlarını sıraladı numaralarıyla. Kimileri dede, kimileri nine olmuşlardı. Herkes oradaydı ama, 7 Numaralı Necati Özler yoktu. Onun, kırkbeş yıl öncesi  bir veli toplantısında  okuduğu:

“Korkar oldum şu derenin kurdundan
  Koyun gelir, kuzu gelmez ardından
  Ben de bıktım bu koyunun derdinden,
  Meleme koyunum, ağlatma beni…” diye başlayan “KOYUNUM” şiiri, yine Bahattin Uyar tarafından, ağlamaklı bir ses ile okunurken, tüm  Şerf Köylüleri’nin göz yaşları da dolu danesi gibi  yerlere dökülüyordu. Necati Özler’i bir kez daha saygı ile, sevgi ile anıyoruz. Ve Sinanbey İlköğretim Okulu’nun  öğretmen ve öğrencilerine, başarılarından dolayı tekrar kutluyoruz.   (Kasım-1998)

                                                                                                                           Muammer ÖZLER

TONGUÇ’un EĞİTMENLERİ” ve Bahattin UYAR

              İlkokul birinci sınıf öğrencisiydim Bahattin Uyar’ı tanıdığımda. Köy Enstitüsünü yeni bitirmişti. Babası, eğitmen  Süleyman, öğretmenimizdi. Köye geldiğinde okula da uğrar, babasını ziyaret ederdi.
               Okulun önündeki meşe ağacının dibinde toplaşır; onun okula gelişini, babası ile sohbet ede ede dolaşmalarını coşkuyla izlerdik. “Çocuklar” dedi birinde babası; “bu benim oğlumdur, Köy Enstitüsünü bitirdi, şimdi de sağlık memuru çıktı. Siz de okuyacaksınız, ileride böyle sağlık memuru veya öğretmen olacaksınız…”  “Keşke”demiştim içimden, “ben de onun gibi olabilsem.”

                Önce sağlık memurluğu, ardından ilkokul ve  Türkçe öğretmenliği, sendika yöneticiliği,  siyaset, tiyatro, zeytincilik, bir yazar, bir şair ve bıkmak usanmak nedir bilmeyen bir araştırmacı.

                  Köyümüzden böyle aydın bir kişinin yetişmiş olmasından gururlanmışımdır her zaman. Hep onun gibi olmaya özenmişimdir. Ortaklar Öğretmen Okulu’nda öğrenciydim. Bir yarışmada okuduğum onun “Muallim Bey” adlı şiiri ile dereceye girmem, amatörce de olsa yazmama, çok okumama teşvik olan en önemli etkenlerden birisi olmuştur.

                1977’de yayınlanan “Tarımda Bozuk Düzen-Tütün Sorunu” adlı kitabında tütüncünün acı çilesini anlatmaktadır. “Tütünün ekmeği katran gibi acıdır/Her bir dilimi bin damla ter/avuç dolusu nasır/bıçak yarası kadar derin bir alın çizgisidir.” İkinci yapıtı olan “Ansiklopedik Türk Dili ve Edebiyatı Sözlüğü” de üniversite adayı öğrencilerin önemli bir başvuru kaynağı olmuştur.

                 Şimdi de yıllarca süren bir araştırma sonucu hazırladığı “Tonguç’un Eğitmenleri” adlı kitabı, Öğretmen Dünyası Dergisi’nce Köy Enstitülerinin 60.yılına armağan olarak sunulmuştur. Bahattin Uyar’a göre Tonguç, her şeyden önce Türk toplumunun tarihsel gelişmesine ve yapısına, ana çizgileriyle doğru teşhisler koymuştur. Koşulların altyapı değişikliklerine elvermediği bir ortamda, kendi alanında bağımsız davranabilmek olanağını sağlamayı da başarmıştır. Başlatılan “Eğitmen Denemesi” ve” Köy Enstitüleri” uygulamasının nasıl başarıldığını, nasıl geliştirildiğini ve nası güzel sonuçlar alındığını, belgelerle, anılarla öylesine güzel anlatıyor ki Bahattin Uyar. Arı bir dil, arı bir Türkçe ile…

                  Nisan 2004. Bu kez de, şiir  elli yıl boyunca yazdığı şiirlerini  topladığı “17 Nisan Türküleri” adlı şiir kitabında görüyoruz Bahattin Uyar’ı.    Gerek “Tonguç’un Eğitmenleri”ni, gerekse “17 Nisan Türküleri”ni okudukça Köy Enstitülerine olan hayranlığımız, özlemimiz
kat kat çoğalıyor içimizde. Kutluyoruz..  (Nisan/2000)                 
                                                                       
                                                                                                                    Muammer ÖZLER

16 Kasım 2010 Salı

Taşımalı Eğitim-Öğretim Üstüne (Kapatılan Bir Köy Okulunun Mektubu)

Ben, Cumhuriyetimiz’in henüz 10. yılında, köylülerim tarafından imece suretiyle ınşaa edilmişim. Duvarlarım kalın mı? Kalın. Temelim sağlam mı? Sağlam. Nice rüzgarlara, nice fırtınalara kanat germişim… Yıllarca, nice depremlere karşı, dayanma gücü göstermişim. İki odalı lojmanımda, pek çok öğretmenimizi barındırmışım… Kollarımın arasına almışım onları, o nice karlı, nice buzlu günlerde…                                                                                                                                                                                                                      
            Mayıs ayı başlarında, yaz tatiline giden öğrencilerimden ayrılırken, o buruk duygularla bakakalırdım arkalarından. İple çekerdim Eylül ayının gelmesini. Eylül ayının gelmesiyle de, yepyeni duygularla dönerlerdi öğrencilerim.  Her yeni öğretim yılı başında: önce, bir güzel temizlerlerdi bahçemdeki kurumuş otları. Kız öğrenciler de, pencere camlarımı pırıl pırıl silerlerdi. Bir coşku, bir kaynaşma alıp yürürdü bahçemde. Öğretmenlerim, kendileri badana ederdi duvarlarımı.. Ak buzlar gibi ağarırdım köyümün ortasında. Ayrıca öğrencilerimin her biri de, birer ağaç dikerlerdi bahçeme. Bir de, gülhatmi çiçekleri, sardunyalar, horoz ibikleri, arslan ağızları boy attılar mıydı duvar diplerinde; keyiflerinin üstüne yoktu öğrencilerimin. Hele hele öğretmenlerim… Her birinin elinde birer budama makası olurdu.  Hem  ağaçları budarlar, hem de öğrencilere, budamanın nasıl yapıldığını öğretirlerdi   Ağaçlarım; budandıkça daha çok gürleşir, çiçeklerim bir başka tomururlardı.
              Ya o, bayram günlerini ne diyelim?  Bütün köylülerim, sabahın o erken saatlerinde toplanırlardı bahçemde.  Önce, hep birlikte, engin bir coşkunlukla söylenirdi İstiklal Marşı’mız. Sonra; öğrencilerim tarafından sunulan: şiirler, oyunlar, yarışmalar ve başka başka etkinlikler…Kapılarım, gündüzleri öğrencilere, akşamları köy halkına açık olurdu. Gece dersanelerine devam eden, pek çok vatandaşımızın, kısa sürede okumayı-yazmayı öğrendiklerini görünce göğsüm kabarırdı,  gururlanırdım… Böyle, böyle; yıllarca  kucak kucağa yaşamıştım köyümün çocuklarıyla, köylülerimle, öğretmenlerimle…
           Ama, bir gün bir  haber yayıldı köyde. Öğrencilerimi alıp götüreceklermiş başka okula.Artık “Taşımalı  Eğitim-Öğretim” uygulamasına geçilecekmiş bütün yurtta.Beynimden vurulmuşa döndüm. Ne denli direndimse gücüm yetmedi. Aldılar götürdüler öğrencilerimi. Gözlerim yaşlı, baka kaldım öğrencilerimin arkasından.
           Şimdi, o çocuk cıvıltllarına hasretim artık. Bayrak törenlerine, bayram şenliklerine hasret kaldı köylülerim. Bahçemde, nice emeklerle yetiştirilen zeytin ağaçlarının meyveleri toplanmadı, telef olup gidiyor. Damımdaki kiremitlerim tek tek uçup gitmekteler. Pencerelerimin camları un-ufak kırıldılar bile. Üstüne  üstelik, keçi koyun otlatmaya  da başladılar bahçemde.. Dayanılır gibi değil.
           Oysa, sekiz yıllık eğitimin amacı, köylerimizi temelli okulsuz bırakmak değildir her
halde. Bu köyler bu durumlara, böyle kendiliğinden gelmedi. Gece okullarıyla geldi…Halk dersaneleriyle, halk okuma odalarıyla geldi… Köyde oturan, ya da, en azından köye gelip –giden öğretmenlerle geldi. N’olur örgün eğitimle yaygın eğitimi biribirinden ayırmayalım. Taşımalı eğitim ilk bakışta güzel, yararlı bir uygulama gıbı görülebilir. Ancak, detaylı düşünüldüğünde, bunun böyle olmadığı açıkça gorülecektir.                                                                                                                                                                                                                   .            Tüm öğrencilerimin gözlerinden  öpüyorum....  (Kasım/1997)

                                                                                                            Muammer ÖZLER

“17 Nisan Türküleri” ve Bahattin UYAR

17 Nisan, Türk Ulusal Eğitim Tarihimizin önemli günlerinden biridir. Çünkü, 17 Nisan 1940’ta “Köy Enstitüleri Yasası” kabul edilmiştir. Bu yasa ile, topluma sevgiyle bağlı, dürüst,çalışkan, becerikli, zorluklara dayanabilen, yaşam koşullarını değiştirebilen, toprağa bağlı, engel ne olursa olsun onu yenebilen, üretken bireyler, üretken öğretmenler yetiştirilmesi amaçlanıyordu.

               Gerçekten de, Köy Enstitüleri’nde üretken pek çok öğretmen ve bu öğretmenler arasında da, pek çok yazar, şair, sanatçı ve araştırmacı yetişmiştir. Örnrğin; Fakir BAYKURT gibi, Haşim KANAR gibi, Mahmut MAKAL gibi, Maksut DOĞAN gibi, Feyzullah ERTUĞRUL gibi, Mehmet KARA gibi ve daha niceleri gibi.

                İşte, Bahattin UYAR da bu yazarlarımızdan birisidir. O’nun Şeref Köyü’nde başlayan, yoksul ve karanlıklarla dolu kaderi, Köy Enstitüleri’nin yaşama geçirilmesi sonucu değişivermiştir adeta. Yıllarca süren öğretmenlik yaşamında, sürekli yazmış, sürekli araştırmalarda bulunmuştur. Daha önce yayımlanmış, üç araştırma eserinin ardından, şimdi de, 50 yıl boyunca yazdığı şiirlerini “17 NİSAN TÜRKÜLERİ” adlı yeni bir şiir kitabında toplamış bulunmaktadır.1940’lı yıllarda:
              
               “Ben ıssız ülkelerin çocuğu
                 Anam demişim bazen,
                 Bazen yar demişim.
                 Çekmediğim kalmamış ekiş tarlalarında
                 Bir sessiz ağrı yakmış içimi
                 Ama dönmemişim sözümden
                 Toprağı sevmişim.”
                  ………………….
                “Ben mutlu bir ağacım,
                  Uzanıp çıkıverdim ortasında Bozkır’ın
                  Dayanıp yaslanıverdim
                  Gelin dalıma insanlar
                  Bu çiçek benim, bu meyve benim.”
Diyerek yola çıkan Bahattin UYAR, Köy Enstitüsü’nde geçen öğrencilik yıllarını öylesine güzel, öylesine içten  anlatıyor ki şiirlerinde…

                  “Bir türkü söyledim Gökbel Yamaçları’nda
                    Ulaştı Beşparmaklar’a selam oldu.
                    Savurdum selamımı Söke Ovası’ndan
                    Adabelen Tepesi’nde sahibini buldu.”    Dizelerinden de belli olmuyor mu?

                   Bahattin UYAR’ın “17 Nisan Türküleri” adlı bu şiir kitabını okuyup irdelediğimizde, O’nu, yaşamı boyunca  tüm şiir akımlarını tanımış, şiirlerinde denemiş, fakat “anlamda açıklıktan” asla vazgeçmediğini görürüz. Dilde yalınlık, biçimde serbestlik, şiirlerinde gördüğümüz en önemli özelliklerdir.

                    Kutluyoruz…                                                                   Muammer ÖZLER(Nisan/2004)